Halil Bey arabasına atlamış evine doğru yol alıyordu. Bir yandan ramazan ayı son orucunun ağırlığı, bir yandan bayram telâşı, bir yandan da arife günü olmasına rağmen tatil edilmeyen işin bitmez çilesi kendisini bir hayli yormuştu. Şimdi tek düşüncesi vardı; Bayram dolayısıyla aldığı hediyeleri evine ulaştırmak, dört gözle yolunu bekleyen çocuklarını sevindirmek…
İftar yaklaştığı için yollar kalabalık, trafik sıkışıktı. Halil Bey günün yoğun geçmesinden dolayı diğer günlere kıyasla daha fazla acıkmıştı. Bu açlık kendisinde halsizlik oluşmasına, başının dönmesine sebep oluyordu: “Bir kaza olmadan, sağ salim eve ulaşırım inşallah!” diye dua ediyordu.
İşte bu anda anîden yanan kırmızı ışığı görünce geçip geçmemekte kararsız kaldı. Önündeki araba durunca oda firene bastı, ama biraz geç kalmıştı. Tekerlekleri kayan araba öndeki araca hafifçe çarptı. Halil Bey önemli bir kaza olmadığı için şükür ediyordu ki gözlerine inanamadı; Çarptığı aracın iri yarı şoförü hızla kapıyı açmış, elinde koca bir bezbol sopasıyla öfkeli öfkeli kendisine doğru geliyordu. “Gelişinden belli, kesin dövecek” diye düşündü. Karşılık mı verseydi acaba? “Hayır! Bu hiçbir işe yaramaz” dedi kendi kendine, “Adam dev gibi, elimi kaldırmaya fırsat vermeden beni mahveder” diyordu. Ne yapmalıydı Allah’ım! İşte adam iyice yaklaşmıştı. Bekli de az sonra kendini kaybedecek, gözlerini hastanede açacaktı. Adam varmıştı işte kapıya. Sağ eliyle sopayı sıkıyor sol eliyle de kapıyı açıyordu. Hemen adamı yatıştıracak bir şeyler söylemeliydi. Halil Bey, daha adam kapıyı açar açmaz, ağzını açmasına bile fırsat vermeden, zoraki tebessümle sağ elini ona doğru uzatıp; “bayramınız mübarek olsun” dedi, “size bir şey olmadı inşallah?” dedi.
Adam kendisine uzanan bu dost eli karşısında kısa bir şok geçirdi. Az önce avına saldırmak için bekleyen aslanın hırçın bakışlarını andıran bu gözlerde şimdi mahcubiyet okunuyordu. Halil Bey adamın sopayı saklamaya çalıştığını fark etti. Hala korkudan titreyen ellerini onun omzuna koyup; “size bir şey olmadıysa endişelenmeye gerek yok. Cana gelecek olan mala gelsin. Öyle değil mi?” dedi. Adam söyleyecek söz bulamıyordu. Ağzından dökülen iki üç cümleyle ancak şunları diyebildi: “Sizinde bayramınız mübarek olsun efendim. Bizde de, arabalarımızda da önemli bir hasar yok. Hadi! İftara geç kalmayalım. Size uğurlar olsun…
AFFETMENİN GÜZELLİĞİ
Bir gün trenle seyahat eden birisi tesadüfen son derece huzursuz olan genç bir adamın yanına oturmuş. Bir süre sonra, genç adam, uzak bir hapishaneden henüz çıkmış bir mahkûm olduğunu açıklamış. Mahkûmiyeti ailesine o kadar utanç vermiş ki, ne ziyaretine gelmişler, ne de bir mektup yollamışlar. Ama mahkum, ailesinin fakir oldukları için seyahat edemediklerini, cahil oldukları için mektup yazamadıklarını umuyor; her şeye rağmen kendisini affetmiş olmalarını hayal ediyormuş. Ailesinin işini kolaylaştırmak için, kendilerine mektup yazıp tren kasabalarının eteklerindeki çiftliklerinden geçerken bir işaret koymalarını söylemiş. Ailesi kendisini affetmişse, raylara yakın bir elma ağacına beyaz bir kurdele bağlayacaklarmış. Eğer kendisinin geri dönmesini istemiyorlarsa, hiç bir şey yapmayacaklar, o da trende kalıp başka memleketlere gidecek, belki de bir serseri olacakmış. Tren, kasabasına yaklaşırken heyecanı o kadar artmış ki, pencereden dışarı bakmaya cesaret edemiyormuş. Kompartıman arkadaşı kendisiyle yer değiştirip onun yerine elma ağacına bakacağını söylemiş. Bir dakika sonra elini genç mahkûmun koluna koymuş,
“Şuraya bak” demiş.
Göz pınarlarında biriken yaşlarla gözleri parlıyormuş.
“Her şey yolunda, bütün ağaç bembeyaz kurdelelerle bezenmiş”.
O anda bir ömrü zehirleyen tüm acılar, adeta, birden dağılmış, kaybolmuş.“Affetmezseniz sevemezsiniz. Sevgisiz hayat da anlamsızdır